4 Ekim 2011 Salı

Aile sevgisi : Baba,oğul ve kutsal Bukowski !

“…-baban kötü bir insan mıydı?
-bilmiyorum, efendim.
-ne demek bilmiyorum?
-yani kıyaslamak güç, efendim. sadece bir babam oldu.
-benimle kafa mı buluyorsun, stirkoff.
-hayır, efendim: dediğiniz gibi, adalet yoktur.
-baban seni döver miydi?
-sıra ile döverlerdi, efendim.
-hani bir baban vardı?
-herkesin bir babası vardır, efendim. ben annemi kastetmiştim. o da kendi payına döverdi.
-seni sever miydi?
-kendinin bir uzantısı olarak, evet.
-sevgi başka nedir ki?
-iyi bir şeye değer verecek kadar sağduyulu olmaktır. kan bağı gerekmez. kırmızı bir deniz topu ya da üzerine tereyağı sürülmüş kızarmış ekmek de sevilebilir...”



Yukarıdaki bol enter’lı diyalog ”bir Yılmaz Özdil production” değil;aksine her faninin okuması gereken,ve de zaten küçükken çoğu kimsenin okuyup da ergenleştikçe “ergen yazarı” yaftasını yapıştırıp arkadaş ortamında bir adım öne çıkmaya çalıştığı Bukowski’nin kitabından bir kuple alıntıdır. Ben tarzını kayıtsız şartsız severim. Bukowski’yi bu şekilde etiketlemeye çalışmak da ne okuyucusu olarak beni rahatsız eder,ne de yazar olarak onun değerini düşürür. Hatta hakkında böyle ileri geri konuşulduğunu duysa,eminim en derinden bir “hassiktir!” çeker. Evet;böyle düz ve biraz da argodur kafir ama taşı gediğine koyar,mühim olan da bu…




Bu alıntıyı yapma nedenim sevginin tanımını -ki alıntıdan bir çok değişik konu masaya yatırılabilir, peynir ve kavunla da güzel gider- sevginin en dogma kabul edildiği kurumun -ailenin- üzerinden incelemek…


“Aile sevgisi” kavramına verilen önem,Antik Çağ dönemine kadar uzanıyor. Platon;"Devlet"inde; yönetici ve koruyucular sınıfı (modern zamanımızın hükümetlerine denk gelir) için komünist yaşam tarzını önermişti. Buna Aristoteles’ten gelen itirazın temel dayanağıysa,bu yönetim tarzının aile sevgisi kavramını tahrip etmesiydi. 

Aristoteles abimize göre;hiç kimse,kamu çıkarını herkesin ve herşeyin üstünde tutacak kadar bilge biri dahi,ailesini sevdiği kadar başkalarını sevemez. Zaten itirazının diğer boyutu de özel mülkiyetin herkes için doğal olduğundan gelir ki;bunun da günümüzde mal,mülk ve döt büyüklüğüne verilen öneme denk geldiğini düşünürsek,doğruluğunun tartışılması teklif dahi edilemez !




Yukarıdaki alıntıda da Stirkoff  ebeveynlerinin kendisini -her şeye rağmen- sevdiğinden Aristoteles abimizi desteklercesine emin… Fakat sorgulayıcılığı -bilerek ya da bilmeyerek- bir adım öteye götürüp,dramını ailesinin onu sadece “kendilerinin bir uzantısı” olarak sevmesi üzerinden kuruyor. Özellikle babasından kaynaklanan memnuniyetsizliği açıkça belli olan Stirkoff,yine de babası hakkında “kötü” kelimesini kullan(a)mıyor.




Kabul, bahsedilen insan ailemizden biri olunca değerini kaybeden bir sorudur o insanı neden sevdiğimiz… Fakat ben de bazen,eğer şu an sahip olduğum ailemden olmasaydım ve onlara yabancı biri olarak bir şekilde onlarla tanışmış olsaydım,beni salt ben olarak severler miydi diye düşünürüm. Stirkoff da galiba kendi ailesini o kadar yabancı düşünüyor kendisine...


Tamam,aile halkasının dışındaki kişilerin yaptığı ufacık hataları bile kimi zaman gereğinden fazla yargılarken,aile bireylerinin koca hatalarını görmezden geliyoruz,sevgimiz kapatıyor gözümüzü… İşte Stirkoff da çoğumuz gibi ne kadar kötü davranırlarsa davransınlar,o yüzden kötü diyemiyor herhalde ebeveynlerine…


Hatta kendimizi Stirkoff’un babasının yerine koyarsak,aileden birini kaybetme korkumuz olmadığından -ne de olsa annemiz,babamız,çocuğumuz veya kardeşimiz olduğundan- aile bireylerimize karşı daha dikkatsiz davranma ehliyetini daima saklı tutuyoruz arka cebimizde…



Anayı babayı sevmeyelim,çocukları da cami avlusuna bırakalım demiyorum ama sadece metin üzerinden aileye karşı geleneksel bakış açımızı bir düşünelim. Nasıl olsa döneriz buralara,konu derin… Ben uzun zamandır not etmiş bulunuyorum,siz de not edin.

Tam metin için,Bukowski babadan “Pis Moruğun Notları” kitabı, Parantez Yayınları.

  


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder